Temiz Kâğıdı’nı oluşturan öykülerin tek ortak noktası hiçbirisinin aşk meselesi ya da seks içermemesi. Biraz kuram araştırınca yazarın bir durum öykücüsü olduğunu ve durum öyküleri olay barındırmadığı için bu türün seksten muaf tutulduğunu öğrendim. Fakat şiddetlendirilmiş cinsel istek olanı ya da ilahisi olsun, aşk ile ilgili bir motif bulamadım. Bu başka yazının konusu olsun. Yazarın durum öykücüsü olduğunu öyküleri okuduğumuzda pek de anlamıyoruz çünkü durum öyküleri genelde anlatılan durumun içinde bir olayı odağına alır. Böylelikle bir öyküyü okuduğumuzda onun durum öyküsü mü yoksa olay öyküsü mü olduğunu anlamamız biraz vaktimizi alabilir. Ben Çehov’dan kaynak gösterilmeden yapılan alıntıdan Çevikdoğan’ın durum öykücüsü olduğu gerçeğini çıkarabildim. Elimde bir esere ilişkin bir delil var. Kitap, durum öykücüsüne ait bir kitap. Bu bilgi, eserle ilgili yorum yaparken bizi bazı tuzaklardan koruyacaktır. Mesela arka kapakta “insanların trajikomik hikayesini ince bir kara mizahla kaleme alıyor” cümlesi, kara komedinin durum hikayesinin unsurlarından biri olduğu kabulüne rağmen yazılamazdı. Ya da kitapla ilgili yazılan yazıların odak noktası kitabın ironik olduğu değerlendirmesi yalnız başına yapılmazdı.
Durum öyküsünde anlatıcı umumiyetle Tanrı’dır. İlahi bakış açısı durumun bir mekâna ve zaman sıkışmışlığını çözer, hatta durumu nâmütenahileştirir. Öykücünün eli güçlenmiş olur. Yazar; tanrı anlatıcı, okuyucu, karakter ve karakterin süper egosu arasında bir muhabbet döndürme fırsatı yakalar. İşte burada her zaman kullanılan, kullanılmak zorunda kalınan şey ironidir. En kaba tarifiyle (bilip de bilmezden gelme) ve ilk edebi eserden bu yana bizimle olan ironi, a priori durum öyküsü metninde oluşur. Bu oluş, mesele yapılacak bir oluş değildir. Meselesi yapılacak olan şey bu oluşun hangi türünün gerçekleştiği, bu türün anlatılan içeriğe uygun olup olmadığıdır. Mesela bir ironi türü sayılan parodi, durum öyküsüne uymaz. Çünkü parodi gülünç taklit anlamına gelir ve metinlerarasılığın kaldırabileceği olay öykülerinde daha uygundur. Özetle, anlatıcınız tanrıysa, numaranız tanrının ağzına uymalıdır. Çektiğiniz numara ne kadar uyarsa o kadar estetik olur, ne kadar estetik olursa o kadar inandırır, ne kadar inandırırsa o kadar okuru içinde bulunduğu sahtelikten uzaklaştırıp gerçeğin zevkli iklimine götürür.
Çevikdoğan, 2018 yılının aralık ayında orta uzunlukta on üç öyküsünü bir araya getirip Can Yayınları’ndan çıkardı. Öykülerin tamamı durum öyküsü. Bir öyküde bir gazeteci ile mekan sahibinin uzun röportajı deşifre edilmiş, röportaj durumu anlatılmış, başka bir öyküde bir senaristin ağzından “tek plan bir boşboğazlık krizi” (tırnak içi tanımlama bana ait) alzheimer marazıyla birlikte verilmiş, bir öyküde göçük altında kalma durumu, berikinde polisin bastığı bir evin içindeki kahramanın üç beş dakikalık düşünceleri, içine düştüğü durum; namaza gitmeyen genç karakterin içinden geçirdikleri kendini içine ittiği durum… Serim düğüm ve çözümün dikkate alınmadığı, meselelerin kati bir sona bağlanmadığı konvansiyonel tam durum öyküleri koymuş önümüze Çevikdoğan. Köşesiz Adam’daki minik yarığı, üst kurmacayı görmezden gelirsek neredeyse modernist bir öykü diyebiliriz. Bu hiç postmoderne yeltenmeyen öyküde kullanılan ironi tiyatroda kullanılan dramatik ironi ve daha çok romanda kullanılan söz ironisine nazaran kullanışlı olan durum ironisi, kitabın en iyi öyküsü olan Hiç Kimsenin Bu Dünyada Yoktur Selameti’ öyküsünde bizi güldürür fakat havuz başında sohbet eden iki karakterden hiçbiri komik bir şey söylememiştir. Bu gülüşün yani okurda oluşturduğu reaksiyonun peşine düşersek diğer öyküleri burada anlatıp zaman kaybetmeden eseri çözümleyebiliriz.
İsimsiz genç bankın bir ucunda isimsiz yaşlı kadın ise diğer ucunda oturup havuzdaki ördekleri izlemektedirler. Anlatıcı, durum öyküsünde ilahi anlatıcıya göre daha az rastladığımız birinci tekil şahıstır ve kadından bahsetmeye başlarken “kımıldanıp duran” diye başlar. -Metne vurulan hatemin bu olduğunu metnin sonuna doğru anlayacağız.- Kadın ortaya bir soru atar genç cevaplayamaz, genç karakter yaşlı kadınla ilgili tahminlerde bulunur denk getiremez, taraflar birbirlerini ölçer biçerler. Sonunda kadının ontolojik bir sorununun olmadığını, fizyolojik olduğunu kadının ağzından duyarız: “Sıçamıyorum paşam.” Karakterin içinden geçirdiği hiçbir tahmin doğru çıkmamış, atak yaptığı hiçbir mevzuda başarı sağlamamış, darbe üzerine darbe yemiş, Hegel’in efendi köle diyalektiği dediği karmaşık ilişkiden köle olarak çıkmıştır. Bütün bunların üzerine dikilen tüy ise olayı komediye çevirmeye yetmiştir. Kadının en başta “Arzu-yı muhal ne demektir bilir misin paşam?” ile başlattığı hasbihal öyle boktan bir muhabbete evrilmiştir ki, tüm bunlar birleştiğinde ortaya başarılı bir durum komedisi çıkmıştır. Ve tekrar edelim, metinde söz ironisi/söz komedisi (dil ve akıl oyunu) gibi herhangi bir şey yoktur.
Diğer öykülere kısaca bir göz gezdirdiğimizde İki Portre Bir Savaş öyküsü ile Dövüş Kulübü, Tolga Karaçelik’in Sarmaşık filmi; Uzun Hikâye, Karışık ile Görünmez Adam; Başlangıcın Sonu ile Vişne Bahçesi (Çehov’un yukarıda bahsettiğim alıntısı bu öyküde) ve Kafka’nın Dönüşüm anlatısı arasında kimi zaman duygusal kimi zaman metinsel bağlantılar var. Bunlar okurda kimi zaman bir tanışlık, ünsiyet hisler peydahlamakta. İkinci paragrafta ironi bahsinde söz ettiğim metinlerarasılık ve olay öyküsü arasındaki yakınlık düşünüldüğünde bu gönderme ve hislenmemelerin iş bu kitabın bütünlüğüne zarar verme ihtimali var. Fakat kitaptaki öykülerin hikayesinin on yıllık olduğu düşünüldüğünde bir ilk kitap için ağır kusur sayılmaz bu.
Seksin olmadığı kitabın sadece ikinci öyküsünde psikanalitik bir veçhe yakalayabiliyoruz. Bir sabah Kafka gibi uyanan karakter kendi vücudunda değil, içinde yaşadığı kabukta yani evinin cisminde bir değişim ve işgalle karşılaşır. Evinin yarısı kafe yapılmıştır. Bu durum bize anlatılmaya başlanırken karakter rüya görmektedir. Çocuktur ve annesi kahvaltıya çağırmaktadır. “[…] yataktan çıkmamayı tercih ederdi gerçi ama yetişkin Birgül, salondan gelen kahve makinesi sesi ile uyandı. Küçük Birgül ve Yetişkin Birgül belki annenin yüzünü de görebilecekleri başka bir rüyada buluşmak üzere ayrıldılar.” Oldukça dokunaklı bu bölümü okuduktan sonra aklıma anne yüzünün çocuklarda özellikle ayna evresinde bulunanlarda (12-18 ay arası) kutsal olduğunu ileri süren Jacques Lacan geldi. Haklıdır. Özne denen şeyin özne olduğunu, anneye bağlı bir nesne olmadığını anlamaya başladığı bu dönemi anlatırken hayvanların aynada kendilerini tanımamasını fakat insan yavrusunun bu dönemde aynada kendisini tanıyıp tepki vermesini karşılaştırır Lacan. Bir özne oluşmaktadır. Sosyal bilimlerin ortak konusu insan çoğunlukla yüzey olarak cam parçasını değil, anne yüzünün kendisine verdiği tepkileri işleyerek gelişir. Ayrılır. Düzgün ayrılamazsa ayrılık anksiyetesi meydana gelir ve bu nevroz ömür boyu yakasını bırakmaz. İnsanın hikayesi böylece -travmayla- başlamış olur. Hikayemizde Birgül’ün rüyadan uyanması anneden doğumu simgeler, ulaşılamayan anne yüzü ise biricik arzu nesnesidir ve bu nesne için başka bir rüyaya randevu verilir. Yani başka bir öyküye.
Cihat Duman
COMMENTS
Son dönemlerde okuduğum en iyi kritik.