Anlatış olağanüstü güzel, insana pek çok şeyler düşündüren bir kitap. Ancak çevirisindeki çapaklar yüzünden okuyup bitirmek azim gerektiriyor, ilkin bunu söyleyeyim. Yazının sonundaki örnek cümleler, çeviriden niçin yakındığımı açıkça gösterecektir diye düşünüyorum.
Anlatış’ın Yerküre’de olup bitenlerden bahsedilen kısımlarını okurken, Margaret Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü adlı romanını anımsamamak imkânsız. Sutty’nin değinmelerinden, Yerküre’de Tekçiler’in egemenliğinde, Atwood’un romanında anlatılandan beter bir dönemin yaşandığı anlaşılıyor. Sutty, insan soyunun Yerküre’ye ettiklerini söyle anlatıyor: “Anlıyorsunuz ya, benim halkım, yani Yerküre üzerinde yaşayan herkes, gezegenimize son derece büyük zararlar verdik, onu savaş alanına çevirdik, kaynaklarını tükettik, varını yoğunu ziyan ettik. Salgın hastalıklar, kıtlıklar, sefalet uzunca bir süredir ortalıktan hiç eksik olmamıştı. İnsanların yardıma ve rahatlamaya ihtiyacı vardı. Doğru bir şeyler yapmakta olduklarına inanma gereksinimi duyuyorlardı.”
Tekçi rahiplere göre, bütün bu ıstırapların kaynağı günahkâr bilgi dedikleri şeylerdir ve insanların düzlüğe çıkması bu musibet bilgilerden arınılmasına bağlıdır (Sizin de aklınıza Rad Bradburry’nin Fahrenheit 451’i geliyor mu?). Kötücül bilgiler yok edilmeli, kutsal bilgilere yer açılmalıdır. Bilime, öğrenmenin her türlüsüne, kendi kitaplarının dışında yazan her şeye karşıdırlar ve Yerküre’nin büyük bölümünde iktidarı ele geçirirler. İnsanlar korkudan kitaplarını yakarlar yahut atarlar (Evet, bana da tanıdık geliyor bu durum).
Bu durum Ekumen’in yeni elçisi Dalzul’un Yerküre’ye gelmesiyle değişmiştir. Tekçiler onu Tanrı’nın elçisi saymış ve Tanrı’nın Dalzul’un ağzından konuştuğuna, hatta onun bizzat Tanrı olduğuna ikna olmuştur. Böylece Dalzul bir seneden az bir zaman içinde, Tekçiler’in teokratik rejimlerini “Tanrı aşkına” ortadan kaldırtmayı başarmıştır.
Sutty neresinden baksanız ötekidir: Hintli ve sevicidir. “Tekçiler”in egemen olduğu yerkürede hayli sıkıntılı bir çocukluk geçirmiş; bir muhalif olan büyük amcası ve yengesince büyütülmüştür. Yerküre’de işlerin düzelmesiyle Hint kırsalından Vancouver’a götürülmüştür anne-babası tarafından. Ekumen’in kadrosuna girmesini sağlayacak bir eğitimi yeğlemesine ve nihayet Ekumen görevlisi olarak Aka’ya gitmesine şaşırmıyoruz bu nedenle.
Chiffevar’lı elçi Tong ile birlikte Aka’ya geldiğinde, ardında bıraktığı Yerküre’de yaşadıklarına bir bakıma benzeyen ama onun aksi bir manzarayla karşılaşır Sutty. Eskiden Aka’da Anlatış denilen bir tür “din” geçerlidir. Ama bu “kesinliği tartışmaya kapalı inançlar dayatmaktan tamamen uzak oluşu, kudurmaya varan duygu patlamalarına yer vermeyişi, ödül olarak gelecekte bir başka yaşantı sunmayı devamlı erteleyişi ve bağnazlığın her türlüsüne yaptırım uygulayışı” ile Yerküre’de geçerli dinlerle son derece belirgin farklılıklar gösteren bir dindir. Ama artık Şirket’in yönettiği Aka’da yasakltır Anlatış. Anlatıcılar yahut Mazlar cezalandırılmış, yazılı metinler yakılmış, toplantılar, ritüeller yasaklanmıştır. Fakat Sutty Anlatış’ı gizli saklı sürdürenlere ulaşmayı başaracaktır.
Anlatış’da Ursula K. le Guin, her zamanki gibi yaratıcılığını konuşturuyor. Hayvanları, coğrafyası, ritüelleri ile bambaşka bir dünyaya götürüyor bizi. Ama Yerküreli Sutty aracılığıyla da bizi burada tutmayı, buraya ve buranın geleceğine dair düşündürmeyi başarıyor.
Anlatış’ı okurken, bütün le Guin kitaplarında olduğu gibi altını kalın kalın çizmek, defterinize not etmek filan istediğiniz cümlelerle karşılaşıyorsunuz elbette. Ve bu cümlelerle gerçeklik arasında ilintiler kuruyorsunuz. Benim altını çizdiklerimden bir kısmı şöyle:
“Oysa hepsi samimi anlamda inanç sahibiydi, iki taraf da. Din tanımayan teröristler ile tapınmadan duramayan teröristler; aralarında ne fark vardı ki?
…
Nesnelere sarılma, onlar seni yavaşlatır. Üzerinde taşımaya değer olan tek şey, aklında tuttukların olsun.
…
İleri atılmak için önce geri git, başarmak için önce başarısız ol. Yukarı sıçramak için önce aşağı eğil, başarmak için önce başarısız ol.
…
Mazların oğullarının hepsinin de maz unvanı taşımaya doğuştan hak kazanmasını sağladılar. Sıradan insanları bir hiç haline indirgediler. Tüm bunlar yanlıştı. Baştan sonra yanlıştı hepsi.
.
‘Biz sadece doğru olan, doğru gideni – ki öyle gitmesi gerekir – anlatırız. Yanlış gideni değil.’
…
Dünyada taş ve ışıktan başka bir şey yok aslında. Arta kalan ne varsa, tüm diğer şeyler eriyip dağılarak bu ikisine, yani taşa ve ışığa dönüşüyor, sonra onlar da teke indirgeniyor ve geriye sadece uçmak denen şey kalıyor…
…
Benzeri tüm diğer memurluklarda olduğu gibi, resmi görevle geçmiş uzun bir meslek yaşamının getirdiği başlıca alışkanlığı terk etmek Yara için hiç de kolay değildi: Elindeki bilgiyi çevredekilerden sakınma yoluyla kendi nüfuzunu koruyup şişirmek ve gerçeğin bununla uzaktan yakından alakası yokken sırf ketum davranarak bilgiye sahip değilmiş gibi görünmek.”
Bütün bunları dedikten sonra kitaba ilişkin olumsuzluklardan söz etmeli. Çeviriyi en hafifinden “çapaklı” diye nitelendirmek haksızlık olmaz sanırım. Hiç şüphesiz kolay bir çeviri değil ve yer yer gayet iyi iş çıkarmış Kemal Baran Özbek. Fakat kimi cümleler fena halde çeviri kokuyor ve anlaşılmaları da hayli zor.
Kitabın giriş cümleleriyle başlayalım: “When Sutty went back to Earth in the daytime, it was always to the village. At night, it was the Pale.” Bu cümle şöyle çevrilmiş: “Sutty, Dünya’ya gündüz vakti döndüğü zamanlar her seferinde köye giderdi. Geceleri ise Soluk Diyarlar olurdu uğrak yeri.” Kitabı okuyunca, Sutty’nin Dünya’ya düşüncelerinde “döndüğünü” anlıyoruz. Ama bu ilk cümleden böyle olduğunu anlamak imkansız, sanki gerçekten gündüz ya da gece vakti dönüyormuş gibi anlıyoruz okuyunca. Nasıl yapılırdı bilmem ama bunun hayallerde bir dönüş olduğunu sezdirecek şekilde çevrilmesi yerinde olurdu.
Geçelim. İkinci cümle “Yellow of brass, yellow of turmeric paste and of rice cooked with saffron, orange of marigolds, dull orange haze of sunset dust above the fields, henna red, passionflower red, dried-blood red, mud red: all the colors of sunlight in the day, “ diyor; yani “Pirinç metalinin sarısı, zerdeçal macunu sarısı, safranla pişirilmiş pirinç sarısı, kadife çiçeği turuncusu, tarlaların üzerindeki mat turuncu tozlu günbatımı pusu, kına kırmızısı, çarkıfelek çiçeği kırmızısı, kurumuş kan kırmızısı, çamur kırmızısı: Gündüz vakti güneş ışığının bütün renkleri.” Ama Türkçeye şöyle çevrilmiş: “Pirinç sarısı, zerdeçal püresinde ve safranla pişirilmiş pirinçte görülen o sarı, kadife çiçeğine has o turuncu ton, puslu bir günbatımının çayırlar üzerinde bıraktığı donuk portakal rengi, kına kırmızısı, çamur kızılı: Güneş ışığının gündüzleri çevreyi bezediği tüm tonlara rastlamak mümkündü köyde.” Birinci pirincin metal olan pirinç olduğunu anlamıyoruz. Zerdeçal macunu ve safranla pişmiş pirincin sarıları da bambaşka tonlar. Öyle olduğunu da anlamıyoruz, çünkü ikisi hatalı bir şekilde birleştirilmiş.
Altını çizdiğim “çapaklı” cümleler den birkaç örnek:
Sekiz Numaralı Feribot ise artık meleme sesleri, kümes hayvanı çığlıkları ve taşra ahalisine has o usulca, kesik kesik konuşmalarla dolup gübre, kızarmış ekmek, balık ve tatlı kavunların iç içe geçen kokusuna bulanmış halde, usulca işleyen motorları şiddetli akıntıya karşı savaş vererek, kayalık kaplı geniş kıyılar ve üzerinde tek bir ağaç bitmemiş solgun, bereketsiz düzlükler arasından ağır ağır süzülüp geçiyordu.
…
Kızın konuşmaya devam etmesini istercesine bekledi sonra. Üzerinde adamdan kaynaklanan bir baskı, kızın kendisi açısından konuşmaya değer olup olmadığını gösterecek şekilde ona yönelik bir beklenti olduğu hissine kapıldı kız. Buna direndi.
…
Tepelik arazilerde yaşayan topluluklara has şişkin yanaklara ve kısık gözlere sahip, dişleri sağlıksız, giysileri yamalı, hatları ince olmakla beraber soğuğa maruz kalmaktan ve yara bere almaktan dolayı kabalaşmış el ve ayakları olan minyon yapılı sıska bir halktı buranın ahalisi.
…
Geçen zaman içinde üst üste çekilen badanalardan ötürü soluklaşıp artık grimsi pembe bir tona bürünmüş olan kırmızı-mavi bir bulut motifi tepelerinde seçilebilen kanatlardan biri anlaşılan o ki vaktiyle kırmızı, diğeri mavi renk taşımıştı.
…
Ama sizin han işletme lisansınızın iptal edilmesini asla istemem
…
Pao onunla gece gündüz ilgilenmiş ve ateşi düştüğünde tıbbi işlevleri olmakla beraber çiş ve küf karışımı bir tada sahip bir çamaşır suyundan başka bir şey ifade etmeyen Çin menşeli çayları ona zorla içirmişti.
…
Okzat_Ozkat’ın çalışan nüfusuna hizmet eden küçük lokantaların menüleri bu tür yasak uygulamaların belli belirsiz gelişmekte olan varlığını sürdürebilmesine verilebilecek güzel bir örnekti.
…
Sutty’nin şu günlerde parçalarını ve kesitlerini bir araya getirip kayıt altına alma uğraşı verdiği geniş çaplı efsanelerden biri, biri erkek diğeri kız iki kardeş arasında miras meselesi yüzünden küçük bir anlaşmazlık halinde kıvılcımlanan ve zamanla verimli bir vadi üzerinde hak sahibi olma odaklı girişilmiş uzun soluklu ve fazlasıyla kanlı bir hesaplaşmaya dönüşen bir kan davasını konu alıyordu.
…
Çıkarsayabildiği kadarıyla, söz konusu eserin büyük kısmı bundan bin beş yüz ile bin yıl önce, maddi bolluğa ve gerek sanatsal gerekse entelektüel bakımdan rengârenk bir mayalanmaya sahne olan bir dönemde, kıtanın orta kesimlerinde kaleme alınmıştı. Varoluş ve dönüşüm, biçim sahibi olmak ve biçimsiz bir keşmekeş içine sürüklenmek, Yaratmak ve Yaratılmışlık üzerine mistik meditasyonlar ve İki olan Bir ile Bir olan İki temalı doğaüstü şiirler gibi komplike felsefi muhakemelerin yüzyılların birikimi olan yorumlar ve dipnotlarca birbirine bağlandığı, aydınlatıldığı ve çetrefilli hale getirildiği çok geniş bir incelemeydi bu.
…
Bunların pohpohlanması veya bunlara göz yumulması söz konusu değildi. Öykülerde ve efsanelerde konu edilen kahramanlık cinayet veya katliam üzerine edinilmiyordu.
…
Söz konusu sistemin aynı anda her yerde geçerlilik taşıma özelliği, sahip olduğu şaşaalı kadimlik, gündelik yaşamı, yenen yemekleri, tüketilen içecekleri, çalışma ve dinlenme saatleri ile çalışma ve dinlenme yoluyla hedeflenen gayeleri detaylı bir şekilde kalıplaştırmak suretiyle yerleştirilen o muazzam alışkanlıklar bütünü.
…
Kızın dizlerinin altına dek uzanan kaban orada pösteki kaplı hafif kışlık bir çift çizmeyle buluşuyordu.
…
Fikir belirtir cinsten imgeleri oluşturan çeşitli fırça darbelerine ve onları sözlü zaman kalıbının, kiplerin ve sembolik kalıpların kullanımı, Eylem ve Element (çünkü her şey, kelimenin tam anlamıyla her şey Dört Eylem ve Beş Element altında kategorilere ayrılabilirdi) ile zenginleştirip etkinleştiren ve daha başka fırça darbeleri ile noktacıklara iliştirilmiş, esrarengiz anlamların içi içe geçtiği bir sistem .
…
… Sutty’yi onun sınıfına ilk getiren de o gençlerin bazısıydı zaten.
Ağaçlar, bilgiçlik taslayan ukalalar, âlimler yüzünden görünmez oldu orman, diye homurdanırdı içinden Hurree Amca.
…
Ailesi yerleşkelerin çoğunun taş ve ahşap evler değil, keçe ve plastik yamalı kanvas bez kullanılarak meydana getirilip kil platformlar üzerine kondurulmuş farklı boyutlarda çadırlardan ibaret olduğu şehrin en yoksul semtinde küçük bir hırdavatçı dükkanı işletiyordu.
…
Bunlar arasında yegâne gayesi olan vida ve rondela kemirme aşkıyla ortalarda gezinen minicik bir oğlan yeğen de vardı.
…
“Baharın ilk getirdiği” anlamındaki demyedi sözcüğüyle anılan ve tadı kara benzeyip biberimsi banam filizleri ile yağlı orkinos etinin zengin lezzeti arasında denge kurucu etki yaratarak içeriğindeki özsuyunun hafifliği sayesinde yiyen kişinin kalp sağlığına katkıda bulunan bir besindi bu.
…
Tong’un bilhassa geriden okunduğunda farklı anlam çıkarılacak cümlelerle yaptığı bu konuşmayı bir ucundan yakaladığını sanmıştı fakat zihnini zorladığında bunların bir karmaşa içine sürüklenmiş olduğunu fark etti.
…
Sonra bir gün üzerimize ansızın sökün ettiler.
…
Hiç ara vermeksizin, istisnasız on bir gündür tırmanmaktaydılar.
…
Rehberler ve üç maz ayırt edici detaylar ve coğrafi şekiller konusunda yılların getirdiği aşinalığa sahip hafızalarının kendilerine kazandırdığı uzmanlığa dayanarak, her bir zirvenin ismi ve de yüksekliğini ezbere biliyordu.
…
Bu insanlar ezelden beridir bu şekil bir yaşam sürüyordu.
…
Kimi köy evindeki, muhteşem bir oymacılık ve süslemecilik sanatının örneklerini gözler önüne seren bazı anlatış kutuları gerek mevcut gerekse geçmiş yaşantılara dair izler taşıyan kırmızı ve mavi renkli bu minik bilgi şeritlerinden yüzlercesini barındırıyordu.
…
Kesintisiz esmekte olan rüzgâr çakıl taşlarının daha irice taşlara sürtünüp hiç ara vermeksizin şakırdayarak bir o yana bir bu yana savrulmasına neden olacak kadar sert bir etki doğuruyordu. Atılan her adım zorluydu, alınan her nefes de. Başlarını kaldırıp bakınca dev bir bariyeri andıran o muazzam duvarıyla göğe doğru yırtınırcasına uzanan Silon’un yakınlaştığını görüyorlardı. Ancak sancaklar dalgalanıyormuş izlenimi uyandıran doruğu bu manzaranın halen çok arka planındaydı.
…
Sırtında taşıdığı heybede bunların bitmez tükenmez bir stoğunu taşıyora benzediği kırmızı ve mavi renkli ufak kağıt şeritlerinin üzerine hiç durmadan bir şeyler yazıyordu.
…
Düz taşların üst üste yığılması sonucu oluşmuş kümbetlerin gelişigüzel serpiştirildiği, pürüzsüz bir zemine ve yeterince ferah bir açıklığa sahip bir patikayı takip ediyorlardı.
…
Öğleden sonra saatlerinde dağın hemen karşılarına denk düşen çıkıntı biçimindeki bir köşesinden bir kafatasının alt çene kemiğindeki köpek dişleri misali fışkıran helezonvari yapıya sahip bir çift kaya takıldı kızın gözüne.
…
Bitkin, ani çıkışları olan, sert mizaçlı bir kadındı bu.
…
İşte şimdi hatırlamıştı Sutty: Karla kaplı yüce kayalık yamaçların eteğindeki yemyeşil bir vadi, üzerine buz beyazı renginde ince bir örtü serili vaziyette uzanmakta olan genç bir adamın bedeni etrafında çember oluşturmuş bir matem topluluğu, öyküyü anlatan mazın sesi. ‘
…
“Bahsetsene bana… söyünden,” diyerek sessizliği ilk bozan adam oldu. “Niçin gizlenmek zorunda kalışınızdan.”
Keşke yayınevi yıllarca tekrar tekrar basılacağı besbelli bu kitabı kıdemli le Guin çevirmenlerinden birine çevirtse, hiç olmazsa iyi bir editörlükle daha akıcı ve anlaşılır bir hale getirtseydi. Ama olmamış.
Her şeye rağmen okunası bir kitap. Azmedip okursanız, memnun kalacağınızı sanıyorum. En azından benim açımdan öyle oldu.
COMMENTS