Aylak Adam, 1959’da yayımlanan bir eser. 48 numaralı sayfada şöyle bir cümle var: Her zaman, önünde yürüyen kadının yüzünü görmeden, güzel olup olmadığını karşıdan gelen erkeklerin gözlerinden anlardı. Bu yanlış bir cümledir. Geniş zaman kipi kullanılan bir cümlede ayrıca “her zaman”da olduğu gibi bir -her belgisiz sıfatına gerek yoktur. İkinci olarak önümüzde yürüyen kadının zaten yüzünü görmeyiz, ayrıca belirtmeye gerek yoktur. Bir durumu göz organından değil, bakışlardan anlarız. Organ bize anlatmaz. Dolayısı ile yukarıdaki cümlenin doğrusu: Önünde yürüyen kadının güzel olup olmadığını karşıdan gelen erkeklerin bakışlarından anlardı şeklindedir.
Yusuf Atılgan, Türkçenin en önemli yazarlarından biridir. Aylak Adam 155 sayfadan müteşekkil. Bu 155 sayfa evvela Kış, İlkyaz, Yaz, Güz bölümlerine ayrılmış. Her bölüm içinde de rakamla ara bölümleme yapılmış. Atılgan sadece Kış bölümünün 1 numaralı ilk ara bölümünde birinci tekil şahıs olarak gözüküyor; iki buçuk sayfa. Diğer bölümlerde tanrı anlatıcı var. Ara ara da bir karakterin başka karaktere yazdığı mektupları kullanıyor, bazen de başka bir karakterin günlüğünü… Hepsini anlamak mümkün, birer anlatım tekniği olarak romanda olabilecek şeyler. Fakat ilk bir buçuk sayfadaki birinci tekil şahıs anlatım benim kafamı kurcaladı. Birinci tekil ile başladığının farkında olmayabilir. Ya da romana başlarken “ben de ilk romanını yazan herkes gibi birinci tekil varoluş bunalımlarını yazmayayım, tanrı anlatıcı daha ciddi bir anlatım, iyidir” şeklinde düşünmüş olabilir. Kendisi hayatta değil, bu sıkıntılı durumu soramıyoruz. Eğer birinci tekil şahıs ortalarda ya da sonda tekrar ortaya çıkmış olsaydı belki bir yere bağlardık bu durumu. Öyle olmayınca da bu kült romanda bu derece bir dalgınlık yapılmasına şaşıyoruz. Hadi yazarın gözünden kaçtı, editörlerin de mi gözünden kaçtı. Hadi editörler de ıskalasın diyelim peki ya okurlar? Çok enteresan gerçekten. Bu konu ile ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum. “Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıMa geldi” diye başlayan roman “Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan bahsetmeyecekti. Biliyordu(M); anlamazlardı” şeklinde bitiyor. Birinci tekil şahıs eki ikinci sayfadan itibaren uçup gidiyor. Olmaz böyle.
Aylak Adam’da kurgulanan karakter baba parası yiyen ve hayalindeki kadına ulaşmak için aylak aylak dolaşan bir genç erkek, 28 yaşında. Yusuf Atılgan bu karakterin gittiği tuvaletin eş anlamlı versiyonlarını 13. Sayfada ayakyolu, 17. Sayfada yüz numara, 22. Sayfada kubur şeklinde söyleyerek kendisinin ne kadar takıntılı olduğunu bize gösteriyor aslında. Oedipus kompleksinin bedensel bir sembolü olan karakterin sürekli kulak kaşımasından önce bu Atılgan’ın bu takıntısını da masaya yatırmak gerekir. Sadece tuvaletin eş anlamlılarını zikretmezle kalmaz Atılgan, karakteri Bay C’ye birçok yerde 2,5 Lira harcatır. Berbere, dilenciye, garsona… Bay C içki kokan bir ağızdan duyduğu iğrentiyi bize taşımak için “içilmiş şarap kokusu” tanımını seçiyor. Teyzesi ile babasının ilişkisini anlatırken “babamın erkekliğinden aldığı pay” tercihini kullanıyor. Aldatılan bir kadın için “adamın akciğer rengi karısı” tamlamasını akıl ediyor. Yusuf Atılgan içindeki bulantıyı bize sahici aktarmak için elinden geleni yapmış. Gösteren ile gösterilen arasındaki çekişme göstergelerde ışıl ışıl parlıyor. Maşallah. Yusuf Atılgan mektuplarından birinde “Anayurt Oteli’ni yazarken bir farenin tıkırtıları beni rahatsız ediyordu, ben de tuttum romana bir kedi soktum” diyecek kadar kurmaca ile gerçek arasındaki –olmayan- sınırda kaybolmuş biri. Dolayısı ile kendisi ile ilgili yazar odaklı bakış mevzuunda çekinmiyoruz, rahat davranıyoruz.
–Solundaki dükkânın kapısında duran bakkal,
-Bir şey mi arıyorsunuz beyim? diye sordu.
-Evet! Eski bir koku, dedi.
-Buralarda bulamazsınız. Caddedeki eczaneye sorun bir kere. (s.138)
Yukarıda alıntıladığım kısım romandaki en güzel yerlerden biri. Bu alıntı ile bitireyim. Tekrar düzenli yazmaya başladım, umarım eğlenirsiniz.
Cihat Duman, 13 Şubat 2017, Cihangir
COMMENTS
Kitaba dair söylemlerinizi, (özellikle giriş cümlenizdeki anlatım bozukluğu) edebiyat bilimiyle uğraşıyor olmayışınızın verdiği bilgisizlikten kaynaklandığını düşünüyorum. Tam anlamıyla bu kitabın eleştirisini Berna Moran’ ın Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış adlı kitabından edinebilirsiniz. Ayrıca yazarın bilmeden ben anlatıcıyı kullandığını vb. şeyler söylemişsiniz Mehmet Tekin’in Roman Sanatı adlı kitabını okursanız bir yazarın yazmaya başlamadan önce kararını verdiği konuları, roman tekniği açısında unsurları görmüş olursunuz. Bir yazar kafasında kitabının son noktasını koymadan yazmaya başlamaz. Bunun yanında roman, psikolojik anlamda yazılan ilk modern romanlardan biri. Dolayısıyla yazar, girişte ben anlatıcıyı kullanıyor ki okuyan etkilensin daha sonrasında geleneğin beynine işlediği tanrısal anlatıcıya mecburen geçiş yapıyor.
Merhaba, yorum için teşekkürler. Edebiyat bir bilim değildir. Dil bir bilimdir. Öncelikle benim yazılarıma yorum yaparken Türkçeyi güzel doğru kullanmanızı öneririm. Yoksa bir daha cevap alamazsınız. Edebiyat bilimi ile uğraşmıyor oluşumun verdiği bilgisizlikten neyin kaynaklandığını düşünemedim. İsterseniz o kısmı daha sarih yazın. İlk cümlemde anlatım bozukluğu olması imkansız. İlk cümlem şu: “Aylak Adam, 1959’da yayımlanan bir eser.” Burada nasıl bir anlatım bozukluğu var açıklayın isterseniz. Berna Moran’ın mezkur kitabında yazdıkları ile bir ilgisi yok bizim mevzumuzun. Mehmet Tekin diye birini tanımıyorum. Aylak adam psikolojik anlamda yazılan ilk roman demişsiniz. Yanlış bu. Mehmet Rauf’un Eylül’üdür o. Ayrıca daha modern zamanlarda ise Peyami Bey yazmıştır psikolojik romanları. Aylak Adam, psikanalitik bir romandır. İlk midir onu bilmem. Çünkü ondan önce yazılmış Saatleri Ayarlama Enstitüsü de psikanalitik olmakla birlikte psikanalizle dalga geçildiği yerler bile vardır. Son cümleniz saçma sapan ipe sapa gelmez uyduruk bişey. Ona cevap vermiycem. Daha doğru vecheden yaklaşan yorumlar bekliyorum. Olmaz böyle.
Anlaşamak zorunda değiliz ancak anlaşamamızın iki temel noktası var; birincisi yazdığımı anlamıyorsun ki bu gayet doğal; ikincisi edebiyatı bir bilim olarak kabul etmiyorsun. Desene Yıllardır bilim diye edebiyatla uğraşmışız. Hadi eyvallah.
Yazınızı okurken sizi (istemsizce) elinizde uzunca bir cetvel Yusuf Atılgan’ı üzerinde dil yanlışlarıyla dolu olduğunu söylediğiniz o cümlenin yazılı olduğu tahtanın önünde tüm sınıfa karşı azarlarken gördüm. Sert bir öğretmen edasıyla Yusuf Atılgan’ı koca bir sıfırla sırasına gönderdiniz. Umarım Sait Faik Abasıyanık’ı da aynı sınavdan geçirmezsiniz, zira sınıfta bırakırsınız diye korkuyorum. Metinden söküp aldığınız ve iğdiş edip bakın doğrusu budur deyip önümüze sürdüğünüz şu cümleye de pek bir üzüldüm. Önünde yürüyen kadının yüzünü göremeyeceğinin yazarın da farkında olduğunu sanıyorum, fakat burada duruma vurgu yapmak istediğini düşünüyorum. Sizin de eleştirilerden birine verdiğiniz cevapta ‘son cümleniz saçma sapan ipe sapa gelmez uyduruk bir şey’ demeniz gibi aynı anlama gelen sözleri peş peşe sıralamanızdaki gayeyle aynı olduğunu düşünüyorum; vurgu. Göz ve bakış mevzusuna gelirsek ben gözü tercih ederim. Bakış kullanılırsa, güzel kadınlara her erkeğin kadının güzelliğini ifşa eden bakışlar attığı fikrine kapılabilirim. Söz konusu göz olunca, bilinir ki her insan heyecanlandığında göz bebekleri büyür ve gözleri daha parlak, canlı bir hal alır. Bu fiziksel değişim istemsizce gelişir ve Yusuf Atılgan’ın önünde yürüyen kadınların güzelliği karşısında erkekler bakışlarını onlara yöneltmeseler bile gözlerindeki fiziksel değişim onları ele verir. Biz bu değişimlerin farkında olmasak da duyumsarız. Bakışın yanlış olduğunu söylemiyorum fakat gözün benim nazarımda tercih edilen olduğunu dile getirmek istiyorum. Sözün özü, bu cümleden gözü çıkarır da yerine bakışı oturtursanız, benim imgelemimden de eksiltmiş olursunuz.
‘Bakışın yanlış olduğunu söylemiyorum fakat gözün benim nazarımda tercih edilen olduğunu dile getirmek istiyorum.’ Bakış nazar göz 🙂
Açıkçası diğer cevaplarınızı okuduktan sonra sizden bu şekilde sığ bir cevap vermenizi bekliyordum fakat cüretinize de şaşırmadım değil, zira aşağıdaki cümleler size ait. “Son cümleniz saçma sapan ipe sapa gelmez uyduruk bişey. Ona cevap vermiycem.” 🙂
“bakış” ve “göz” sözcükleri sizin daha önce atıfta bulunduğunuz anlamlarda kullanılmış olmakla birlikte “nazar” sözcüğü benim görüşüme göre anlamına gelmektedir. Kaynak olarak herhangi bir sözlüğü kullanabilirsiniz.
Yazıyı da, Çağatay Barut’un yorumunu ve Cihat Duman’ın yanıtını da ilginç bulduğumu söylemeliyim. Tartışmaya bir de Çetin Ateş katılmazsa iyi olur sanırım, edebiyat tartışmalarında patlamalara yol açmadan gerçeklerin aranması gerektiğine inanıyorum. Kişisel düşüncem, değerlendirmelerde “değişmeyecek tek kuralın kuralların değişmesi” olduğunu unutmamakta yarar olduğu yolunda.
Çetin Ateş kim efendim 🙂 ?!
Aylak Adam’ı okuyup çok beğenmiş biri olarak Cihat Duman’ın dikkat çektiği kimi şeyleri gözden kaçırdığımı, hikâyenin büyüsüne kapılıp anılan bu “teknik” aksaklıkları gözden kaçırdığımı kabul ediyorum. Duman’ın yazdıkları bana iki şey düşündürdü: Birincisi, belki de bir edebi yapıtı okurun gözünde özel kılan şey onun kusursuzluğu değil. Başka bir şey ve hepimiz o şeyi arıyoruz okurken. İkincisi ise yayın dünyamıza dair daimi yakınmam: Editör yokluğu. Editoryal müdahalelerin boyutu ve kapsamı tartışma ve ihtilaf konusu olmakla birlikte, doğru düzgün bir editörlük kurumunun kimi basit kusurların kolayca giderilmesini sağlayabileceğine şüphe yok.
Aylak Adam hâlâ ve daima benim ilk onumda. Dayfa 88 diyorum, son kitabımda.
Hemen bakıp bulayım. :))
“Aylak Adam” başta olmak üzere Yusuf Atılgan’ın eserleri okumak ve yazmak ile ilgili atölyelerde katılımcılara tavsiye edilir. Ben de bir süre bu çalışmalara devam ettiğim için biliyorum. Tavsiye kitap okumanın ayrı bir sorumluluğu oluyor, sorgusuz beğenmek gibi. Oysa nitelikli okuma yapmak, çok satan bir kitap içinden de fikir çıkarabilmek, karşılaştırma yapabilmek, notlar almak, düşünmek en önemlisi dil ile ilgili kullanımlardan ilham almak olmalı. Cihat Duman’ın yazısı bana, metin, dil, zaman ilişkisini kaçırmadan okuma yapmayı hatırlattı.
Betül Hanım, puta takmak haramdır, putlar acıkıldığınfa yenmek, can sıkıldığında kırmak, bazı durumlarda teşhir içindir.
Son alıntıda da noktalama yanlışlıkları var.
Dil ile ilgili bu kadar ahkam kesmeden önce metin başlığına bir daha dönüp baksaymışsınız keşke. “Aylak adam romanı üzerinde tuttuğum notlar” derken “Aylak adam romanı üzerine tuttuğum notlar” ı kastetmek istemiş olabilir misiniz acaba?
Hatanız var; “üzerinde” sözcüğü “…ile ilgili, üzerine” anlamını da karşılamaktadır. Metin başlığı doğrudur. Kastetmek istemek de pek doğru bir kullanım değil.
Cahit Duman’ı biraz ukala buldum. Zaten hem bilip hem de tevazu sahibi olmak biraz zordur. O sebeple ukalalığı kabul edilebilir ölçülerde diye düşünüyorum. Yazıyı da yorumları da yorumlara verilen cevapları da beğendim ve faydalı buldum. Hepinize teşekkürler.