“Balık yaşamla ölüm arasında durur, o yüzden hem dilsizdir, hem de bakışı ifadesiz; bir danayı al misal, o bile düşünür, ama balık düşünmez –o her şeyi zaten bilir.”
Andrey Platonov’un 1926 ile 1929 yılları arasında kaleme aldığı “sakıncalı” romanı Çevengur, okuru ilk sayfalarında yukarıdaki ifade ile karşılıyor. Ben yıllardır bunu sadece Arizona Dreams filminin Goran Bregoviç imzalı müziklerinden biri diye bilirdim. Meğerse orijinal sözün çıkış kaynağı Platonov imiş. 20 yıl sonra bu gerçeğe ulaşmak, ziyadesiyle sevindirdi beni.
Çarlık Rusya’sının son yıllarından başlayıp Sovyetlerin ilk kuruluş yıllarına uzanan bir zaman diliminde geçer roman. Devrim yapılmış, burjuvazi yok edilmiş, Sovyet ülkesinin uçsuz bucaksız topraklarında küçük küçük komünist örgütlenmeler başlamıştır. Özellikle merkeze uzak bölgelerde herkesin devrimi, komünizmi yorumlayışı da kendine göredir. Çevengur, bu yerleşim yerlerinden biridir. Şehirdeki tüm burjuvalar, devlet adına çalışan eski memurlar ya sürülmüş ya da öldürülmüştür. Yerlerine Rusya bozkırlarında amaçsızca dolaşan “berikiler” yerleştirilmiş, mülkiyet ortadan kaldırılmış, yaşamak için çalışmaya son verilmiştir.
“’Nereye böyle?’ diye sordu bu ağır ağır gidenlere Şimulin. ‘Biz mi?’ dedi hayatın güvenilmezliğinden ötürü boyu ufalmaya başlayan ihtiyar. ‘Nereye olursa gidiyoruz, yolumuz kesilene kadar. Geri çevir bizi, geri gideriz.’” (s.80)
Toprağı işleme görevi bile “evrensel proleter” kabul edilen güneşe bırakılmıştır.
“Çepurniy proleteryayı her gördüğünde duygulanırdı, bilirdi ki burjuva kadrolarını doyurmada güneşe yardım eden, yorulmak bilmez bir dost güç olarak vardır o âlemde; çünkü güneş ancak açlığı doyurabilir, açgözlülüğü değil” (s.282)
Sömürünün olmadığı bir hayat başlamıştır bundan böyle Çevengur’da. Ama bütün bunlara rağmen Çevengurlular bir türlü komünizmi hissedememektedirler, neden hâlâ gelmediğini, daha ne yapmaları gerektiğini bir türlü çözemezler. Ancak yazar bu eğlenceli, yer yer trajikomik durumun gerçek dünyada nasıl hemen boğulup yok edileceğini de okurun gözüne sokmaktan geri durmaz. Bir bakıma “evet, güldük eğlendik, hüzünlendik; ama gerçek dünyada Çevengur olanaksızdır” demeye getirir. Okunası bir kitap Çevengur… Onlarca çizili satırdan ancak bir kaçını buraya alıntılayabiliyorum… Elbette Günay Çetao Kızılırmak’ın enfes çevirisini de unutmayalım. Keyifli okumalar.
“Yaşadıkça şunu düşünüp duruyorum: İnsan, insan için bu kadar mı tehlikelidir de aralarında iktidarın durması gerektir? İktidardan çıkıyor ya savaş da… Dönüp dönüp düşünüyorum, savaşı iktidar özellikle uydurmuş olmasın: Sıradan insan bunu yapamaz çünkü…” (s.52)
“Gözünü dört açıp anlam arayan okur için sıkıcı ve anlamsız kitap diye bir şey olamayacağını düşünüyordu bekçi. Bir kitabın sıkıcılığı okurun sıkıcılığından kaynaklanır, zira okurun arayış halindeki can sıkıntısı esastır okuma işinde, yoksa yazarın becerisi değil.” (s.129)
“Bizde her şeye çoğunluk karar vermez mi, söyle? Neredeyse herkes de cahildir; gün gelecek, cahiller okuryazarlara harfleri unutturmayı kararlaştıracak, işte o vakit toplu eşitlik sağlanacak… Hem zaten az kişiye okuma yazmayı unutturmak herkese en baştan öğretmekten daha kolaydır. Şeytan gelse öğretemez bunlara bir şey! Sen öğretsen de onlar unuturlar…” (s.141)
“Asla sormayacaksın, kölelik psikolojisi bu, kendi kendine armağan edeceksin her şeyi. Kendi gücünden doğmadın ya, cabadan [bedavadan]doğdun –hesapsızca yaşa işte.” (s.148)
“Çalar saat çalışmaktaydı yemek masasının üzerinde; Şumilin içten içe imreniyordu ona: Saatler her daim çalışırdı, kendisi ise hayatını uyku için yarıda bırakıyordu. Dvanov ise imreniyordu zamana –yedekte bol bol ömrünün bulunduğunu hissediyor, saate nasılsa yetişebileceğini biliyordu.” (s.173)
“Kimse seyretmez uyuyan insanları, oysa hakiki sevgili yüzler sadece onlardadır; uyanık insanın yüzü ise hafızayla çarpıtılmıştır, duygu ve muhtaçlıkla.” (s.239)
“Çepurniy Karl Marx’ın kitabını eline almış, sık harflerle dolu sayfalara saygıyla dokunmuştu teker teker: ‘Yazmış da yazmış adamcağız,’ demişti acıyarak ‘biz ise her şeyi yapıp bitirdikten sonra okuduk –hiç yazmasaymış keşke!’” (s.244)
“Ben hep bir şehirde yaşar, bir başka şehri severim…” (s.364)
COMMENTS
Çevengur sayesinde “okuduğun en iyi kitap hangisi?” sorusuna cevap buldum. Platonov’un hepimize hediyesi. Tayfun Topraktepe’nin yazısından da bu hediyeye ne kadar sevindiği belli oluyor. Sevgiler.
Teşekkürler 🙂