Hızlandıkça Azalıyorum, Norveç’in genç ve parlayan yazarlarından Kjersti Skomsvold’un büyük ses getirmiş ilk romanı. Kitap, adından ve kapağından başlayarak insanı çarpan bir roman. Romanı bitirip kapattığınızda da o çarpılmışlık hali devam ediyor.
Kitabın başkahramanı Mathea yaşlı ve yalnız biri. Yalnızlığının yaşlılıkla ilgisi yok, onu anlıyoruz hikâyesini dinledikçe. Bütün hayatı boyunca görünmez olmuş. Gerçi Epsilon bir süre ona yalnızlığını unutturur gibi olmuş galiba, öyle görünüyor. Adının Niels olduğunu o öldüğünde hatırlatmışlar Mathea’ya, ama sonra adının Niels olduğunu da öldüğünü de unutmuş hemen, hâlâ onunla yaşıyor. Buna rağmen çok yalnız, öyle yalnız ki var olduğuna inanması için telefon rehberinde kayıtlı olduğuna ikna olması gerekiyor; öyle yalnız ki yalnızlığı içimizi üşütüyor.
Kuzey’in soğukluğunu ve modern toplumda insanın yalıtılmışlığını fena halde hissettiren bir roman. Yahut biz bunların Kuzey’e özgü olduğunu düşünmeyi yeğliyoruz.
Kitabın en çarpıcı kısımlarından biri altta alıntıladığım “Yaşamın güzel olması gerektiğini kim söylüyor?” sorusunu içeren konuşmaydı. Yaşamın güzel yahut kolay olması gerektiğini kim söylüyor? Yaşam zorlu olmalı. Bütün canlılar ve varlıklar için öyleyken, insanlar için başka türlü olması nasıl beklenebilirdi ki zaten?..
“Hava raporu bitiyor, meteorolog bana iyi akşamlar diyor, teşekkür ediyorum, salatalığımı çiğnemeyi sürdürürken ısırık izlerini düşünüyorum. Böyle yapıyorum çünkü Descartes ‘Düşünüyorum, öyleyse varım,’ demişti. Ama sonra korku içerisinde ön dişlerimden birinin ağzımda kaybolduğunu fark ediyorum, geceleyin de bir ben kaybolmuştu, uyandığımda çarşafın üzerinde duruyordu, giderek azalıyorum. Bunun sonu nereye varacak? Dışarıda insanların işten eve döndüklerini duyuyorum. Yemekte ne olduğunu merak ediyorlar, bense burada yatıyorum, bütün bunlar bana okuduğum bir kitabı anımsatıyor.
…
‘Yaşam hiç de güzel değil bence,’ diyorum ve sonra yürümeye başlıyorum.
Ama o sırada AageB. ‘Güzel de olmamalı zaten,’ diyor.
‘Ne?’ deyip duraklıyorum.
‘Yaşamın güzel olması gerektiğini kim söylüyor.’ Bunu bir soru gibi söylemiyor, konuşurken bana bakmıyor.
‘Güzel olması gerekmiyor mu?’ diye sorarken benimle konuşuyor olmasının şaşkınlığını üzerimden atmış değilim daha.
‘Hayır,’ diyor Aage B. ‘Yaşam zor olmalı.’
‘İyi ama niye?’
‘Öyle işte,’ diyor Aage B.
‘Ya,’ deyip susuyorum.
Çünkü yaşamımın güzel olduğu kesin olmasa da zorlu olduğu açıktı. Belki de elinden gelenin en iyisini yapmak yeterince iyiydi, belki en azından iyi olmuştur.”
COMMENTS