Hans Kirk 1898-1962 yılları arasında yaşamış önemli bir Danimarkalı romancı. 1928 yılında yayınladığı The Fishermen, bütün zamanların en çok satan Danimarka romanıymış. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Gestapo’nun talebi üzerine tutuklanan Komünistler arasındaymış. Köle Nazilerin Avrupa’yı fethi üzerine yazılmış ve romanı ilham eden yazarın bir Amerikan gazetesinde okuduğu gerçek bir tarihsel olaya ilişkin haber olmuş.
Roman iktidara, güce, dine, aralarındaki ilişkilere ve varlıklarını sürdürmek için kullandıkları enstrümanlara dair desek, yanlış olmaz. Bütün bunları, Meksika’da bir limandan, İspanya’ya gitmek üzere yola çıkan; içinde genel validen, engizisyon sorgucusundan, servet sahibi genç bir kadından asker eskilerine, gemi mürettebatına ve iki Kızılderili köleye kadar çok çeşitli insanların bulunduğu bir gemide olan bitenler çerçevesinde tartışıyor.
Kitap iki açıdan çarpıcıydı benim için: İlkin, dünyanın giderek daha kötüye gittiğini söyleyenlerin ne kadar yanıldıklarını bir kez daha görmemi sağladı. Dünya eskiden kesinlikle çok daha korkunç bir yermiş. İkincisi ise kimi şeylerin nasıl hiç değişmeden kaldığını bir kez daha anlamamı sağladı. Aşağıdaki alıntılar daha ayrıntılı açıklama gerektirmeksizin demek istediklerimi anlatacaktır. Bence okuyun Köle’yi. Gayet rahat okunan, akıcı, temiz, çapaksız, iyi bir çeviri; harf hatalarından, cümle düşüklüklerinden azade, tertemiz bir Türkçesi var. Yayınevi özenli bir iş çıkarmış.
“Benim kötü kaderim, dedi Don Pablo, gömleğimin içini dolduran bitlerden başka bir şey sunmadı hiç bana. Bu, her zaman kendimden ve başkalarından talep ettiğim tek bir şeyden kaynaklanıyor señor: Katıksız entelektüel dürüstlük. Bir kedi gördüğüm zaman onun kedi olduğunu söylemek isterim ve hiç kimse bana, onun aslan olduğunu söyletemez. Bu uğursuz bir özellik ve onun yüzündendir ki, üniversiteden atıldım. Bir süre, ikinci dereceden aristokrat aileler için özel öğretmenlik yaparak geçindim. Bana çok az para veriyorlardı ve bu yüzden fazla soru sormaktan çekiniyorlardı. Fakat her seferinde işler sarpa sarıyordu. Bir defasında evin efendisinin karısıyla yatakta basılıp süvari kamçısıyla kovalanma bahtsızlığına uğradım. Başka bir seferinde bölge papazıyla teslisin anlamı hakkında bir tartışmaya girdim ve çabucak oradan tüymek zorunda kaldım. Hayattaki en büyük güçlüklerden birisi, señor, düzgün, berrak bir akla sahip olup çeneni tutabilmektir.
….
Bizler, iktidarın bize ait olduğunu düşünme eğilimindeyiz; fakat iyice düşününce, kendiliğinden ortaya çıkar ki, aslında biz iktidara aidiz. Düşüncemizi ve inancımızı bize veren iktidardır; bizi en iyi hizmet göreceğimiz biçime sokan odur. Bazen savaşçılara ihtiyacı olur ve biz asker oluruz; bazen de devlet adamları, hukukçular, papazlar ya da tüccarlar ister ve bu gereksinimine uygun biçimi verir bize. Ve alaycı dostumuz Don Vargas’ın herhalde meleyen bir hukuk koçuna benzeteceği bu oidor, aslında iktidarın, biçimini kendisinin oluşturup içini de kendisinin doldurduğu fonksiyonlarından biridir sadece.
…
Bir hükümdar hiç toprağa doyar mı? Ayrıca yeni topraklar, göç için yeni olanaklar sağlar. Yerli nüfus mediniyetten uzaktır; biz onu medenileştirir ve işgücü olarak kullanırız. Ya da zenci köleler getirebiliriz. Hıristiyan kültürümüzü bu bölgelere yaymak bizim tarihsel misyonumuzdur. Soylu adı ülkemizin en önde gelenleri arasında yer alan siz ekselansları herkesten iyi bilirsiniz ki, biz, diğerlerine hükmetmek üzere yaratılmış üstün bir ırkız.
…
İnsanları tümüyle sevmek için hiçbir neden yoktur. Bazen Tanrı’nın onları yine de neden yarattığına şaşıyorum. Altın, güç ya da onur dilenmek için onu göklere çıkaran bu ayaktakımı onu eğlendiriyor olabilir mi aslında? Ya da belki Efendimizin kendisi de bir soyludur ve kendi suretinden yarattığı insanoğluna kendi yüce aptallığından bahşetmiştir.
…
Hepimiz Tanrı’nın yarattıklarıyız. Fakat plantasyonlardaki hayatın zenciler için özgürlükten daha kötü olduğundan emin değilim. Aşağı bir ırk onlarınki ve köle olarak yaşamakta olsalar da, Hıristiyan kültürüyle de bu şekilde bağlantıya girdiler zaten. Zencilerin kölelikten Kızılderililer kadar acı duyduğunu sanmıyorum.
…
Bu dünyanın mayası kötüdür ve biz kötülükle karşı karşıya gelmemeli, çektiklerimizi kabullenmeliyiz. Tanrı birinin kamçıyı şaklatmasını, diğerinin ise darbeleri tevazu içinde kabul etmesini ister. Tanrı neyin bizim kurtuluşumuza hizmet ettiğini bilir ve her kim ki onun iradesine karşı çıkar, Rabbimiz onu karanlığın ortasına fırlatır.
…
Siz bedenini boyun eğmeye zorlamak için kamçılattırdınız onu. Ben bunu onun ruhu kurtulsun diye yapmak istiyorum. Ve cellatlara hakaret anlamına gelecek sözler de sarf etmeyin, Doña Inez. Siz zengin ve güç sahibi bir kadınsınız; fakat eğer ona göz kulak olan cellat olmasa, sizin servetinizin hâli nice olurdu? Ve eğer onun icracısı cellat olması, sahip olduğunuz gücün ve iktidarın ne anlamı kalırdı? Kralların ve prenslerin üzeri ihtişamlı bir gök kubbeyle çevrilebilir ve tüm dünya onların onuruna söylenen şarkılarla doldurulabilir; ama onların tahtlarını ayakta tutan cellattır. Onun kılıcı ve işkence çarkı, kıskacı ve kamçısı olmasa, kralın asası sadece aptal bir oyuncağa döner. Celladın eli yön verir dünyamıza; onun o kaba, basit ve merhametsiz ruhudur dünyadaki tüm gücü ve ihtişamı taşıyan. Onsuz, kudretliler servetlerini, güçlerini, malikânelerini, plantasyonlarını, çiftliklerini, hizmetkâr ve kölelerden oluşan ordularını, krallara layık hayatlarını, bunların hepsini kaybederler. Siz uyurken bile, kılıcı ve darağacıyla servetinizi o gözler; kırbaç ve diğer işkence araçlarıyla, sizin iradenizi hayata geçirir, iktidara karşı ayaklanmaya çalışan küstahları cezalandırır, dikbaşlıları yola getirir. Tanrı’nın yeryüzündeki işlerini o yürütür. Zira tanrı kudretlilerin tanrısıdır.
…
Genç kadın, kadehindeki içkiyi bitirerek gözlerini kapadı. Gözlerinin önünden tarlaları ve kavurucu güneşin altında iki büklüm çalışan Kızılderililer geçti; onların ahı gitmiş vahı kalmış karılarını ve bu kadınların sırtlarında taşıdığı kurumuş çocukları gördü. Onun altın madeninde çocuklar birkaç yaştan ötesini göremezlerdi; annelerinin, onların küçük mezarlarının başında çığlık atacak takatleri bile olmazdı. Onları daha sert cezalara çarptırmaktan başka bir şey olmadığını söylerdi calpixquibaşı. Ve işte karşısında köle Pancuiaco duruyordu. Direğe bağlı, kanlı sırtında kamçı izleri birbirine karışmış… ”
COMMENTS