full hd porno zenci porno sikiş grup toplu porno üniversiteli porno porno

Per Petterson- Reddediyorum-Metis Yayınevi

Per Petterson- Reddediyorum-Metis Yayınevi

Sevdiğiniz bir yazarın en az seveceğiniz kitabının okuma listenizde en sona kalması büyük talihsizlikmiş. Bu tabağın dibinde yemeyip sakladığınız fıstığın ağzınızın tadını bozması gibi. Tamam, Reddediyorum’a bayat demiş gibi oldum ve bu aslında haksızlık ama “fazla fırınlanmış, neredeyse yanmış” olduğunda ısrarlıyım hala.

Bana sorarsanız  Per Petterson’un kitaplarını okuma sırasını; Reddediyorum, At Çalmaya Gidiyoruz ve  Lanet Olsun Zaman Nehrine şeklinde yapın derim.  Reddediyorum en son yazılmış olmasına rağmen ancak giriş kitabı olabilir diye düşünüyorum.

Per Petterson yakınlıkları, onların koruyucu ve zarar verici yanlarını çok iyi anlatan bir yazar. At Çalmaya Gidiyoruz’da baba, Lanet Olsun Zaman Nehrine’de anne, Reddediyorum’ da ailenin yerini alabilecek kadar derin bir arkadaşlık başrolde. Yani aile fonda hep var. Varlığı ve yokluğuyla da var.

Kitap, Tommy ve Jim’in çocukluk yıllarından başlayıp onsekiz yaşına geldiklerinde,  bir hastane ziyaretinden sonra birden kesilen dostluklarının öyküsü. İkilinin neredeyse otuz beş yıl sonra tesadüfen karşılaşmaları, hem bugüne hem geriye doğru gidiş gelişlerle anlatılıyor.  1964-2006 yılları arasında olanların böyle ileri geri gidilerek anlatılması, kurguya başlangıçta dinamik bir hava veriyor, hani heyecanla ve merakla bir filmi izlemek gibi. Ama sonra yoruluyorsunuz. Bir şey akmıyor sanki. Bu, orta yaşlı ve trajik şeyler yaşamış kahramanlarının depresif ruh durumlarıyla ilgili değil, çünkü Per Petterson seviyorsanız böylesi kahramanları da bağrınıza basmışsınızdır ve yazarın onların iç dünyalarını ne kadar başarılı anlattığına da aşinasınızdır. Bu kitapta farklı bir şey var. Sanki yazar bildiği şeyleri anlatma konusunda otomatiğe almış gibi kendisini. Onun gezdirdiği yerleri diğer kitaplarından zaten tanıyorsunuz, hatta duyguları da. Demek istediğim, Reddediyorum bunların üzerine yeni bir şey söylemiyor, başka bir derinlik sunmuyor. Okuyucuyu suyun yüzeyinde tutuyor. Hayal meyal, kahramanlarına yük olan geçmişin cesetlerini derinlerde görüyorsunuz ama o akıp gitmesi gereken anlatı tıkanıyor, kopuyorsunuz, siz de yüzeye, çere çöpe bakmaya başlıyorsunuz. Haliyle gözünüze çarpanların sayısı da artıyor. Bendekilere gelince;

Burada da diğer kitaplarda olduğu gibi marka isimlerine yine çokça yer vermiş Per Peterson ama bu kez dozu kaçmış sanki. İki adımda bir karşımıza herhangi bir ürünün marka adı çıkıyor ve kahraman orada önceliği markaya bırakıyor. Misal; “…sonra büyük Cola şişesini açtı ve okkalı bir yudum aldı. Harikulade bir lezzetti bu. Bir yudum daha Cola içti, şişenin kapağını sıkıca kapattı ve yan koltuğa bıraktı, sonra arkasına yaslandı(sf:  224) cümlelerinde olduğu gibi. O bölümde başrolde Cola var sanki.  Anlatıcının Cola ile ilgili söyleyecekleri bir türlü bitmiyor, mesela “ Buzdolabına gitti, bir buçuk litrelik büyük bir Coca Cola şişesi aldı. Anlamsız bir hareketti bu aslında, bir buçuk litrelik Cola’yı ne yapacaktı… Ne kadar dayanırdı ki.”  Yine, “büyük Coca Cola şişesini tezgâhtan alırken… “gibi cümlelerle kısacık bir bölüm içinde üstelik finale yakın öyle çok Coca Cola diyor ki,  reklam alıp almadığına emin olamıyor insan. Bu beni rahatsız etti açıkçası. Kahramanların yaşamı sorgularken bile batan bir tırnağın acısını ya da buruşuk bir kâğıdın köşede durmasını fark etmeleri hoşuma gider aslında. Bunun anlatıyı-iyi yapıldıysa elbette-  zengin ve gerçek kıldığını düşünürüm.  Severim de ayrıca. Üzerimize yağan ayrıntılara ve görüntülere rağmen derinlerde anlatılmak istenen düşüncenin varlığını hissetmek hoşuma gider. Ama bu şekilde değil.

Yazar görsel olarak bir rotada takip edebileceğimiz karakterler yaratıyor. Onlar kalkıyor, raftan bir bardak alıyor, arkadaki park eden aracı görüp diğer yerden çıkıyor ve bilmem kaç nolu karayolundan bilmem ne köprüsünü geçerek araba kullanıyor. Arabanın Mercedes olması, Shell benzin istasyonundan alınan gazetenin Dagbladet ve VG, çikolatanın büyük boy Freia Melkesjokolade, içeceğin Coca Cola olması -bence – okuyucunun önüne markalardan oluşan bir çit çekmek gibi. Bu da onlara takılıp, güzelim satırların üzerine kapaklanmamıza neden oluyor.

İki kitabını çok sevdiğim bir yazarı bu kadar eleştirdiğim için çok da rahat değilim. Sevgi huzursuz da yapıyor insanı. Hemen “kabul ama şu da var” demek istiyor insan. Şiirsel cümleler elbette var,içimize su serpsin diye onu da şuraya koyalım, “ Vicdan bir tekerlek hatta daire testere gibidir. Keskin dişlileriyle ruhumuzda döner durur, canımızı delicesine yakar, eğer çok kötü bir şey yaparsan etrafı kan götürür, ancak yaptığın kötülükler arttıkça testerenin dişleri körelmeye başlar, ruhun hissizleşir ve sonunda hiçbir şey koymaz sana, öyle biri olmuşsunudur. (Sf: 38)”

Hâsılı Reddediyorum;  insana ve dostluğu ait öyküsü, yaşamdaki kırılma anlarını ve insanların bir türlü alçı tutmayan acılarını görünür kılan cümleleri ile seveceğiniz ama bitirdiğinizde- hadi olmamışlık demeyelim- eksiklik hissiyle baş başa kalacağınız bir roman. Güzel mi evet, okunur mu yine evet,  güçlü ve mutlaka okunmalı mı-bana göre- hayır.

COMMENTS

WORDPRESS: 0