Baştan söyleyeyim bu kitabın maalesef basımı yok. Benim karşıma da sahaf gezmelerimden birinde tesadüfen çıktı. Alırken bu kadar çabuk ve keyifle okuyacağımı düşünmemiştim. Hal böyle olunca, dedim ki belki aynı gezmeleri yapan ve deneme türü okumayı sevenler için bir seçenek olur ya da zamanında okumuş olanlar “ evet gerçekten güzel kitaptır, bizce de tekrar basılmalı” diye söylenmeye başlar ve -bu da şimdi aklıma geldi- sonra toplaşır, hep birlikte İletişim Yayınları’nın üzerinde bir “okur baskısı” yaratırız, olur mu olur!
Uccello’nun Kuşları, edebiyatçı ve oyun yazarı Memet Baydur’un 1995-1999 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan pazar yazılarından oluşuyor. Güzel bir deneme kitabı bence. Yazarın öykü dilini Gözün Kahverengi Suyu adlı kitabıyla zaten biliyordum. Yazdığı oyunlardan hiçbirini izleme şansım olmadı ama Cumhuriyet Kızı, Yangın Yerinde Orkideler ve Düdüklüde Kıymalı Bamya adlı oyunlarının kitaplarını da çok eskiden – tiyatro kitaplarının da romanlar kadar gözde olduğu bir dönemde- okumuştum. Pazar yazıları ise hayal meyal aklımda.
Kitaptaki 102 denemenin konusu çoğunlukla kitaplar ve yazarlar gibi görünse de, müzik-özellikle caz-, elbette tiyatro, ütopya kavramı, sinema, mitoloji, felsefe ve gündemdeki olaylar da konu olarak karşımıza çıkabiliyor. Bazı okuma türlerinde dikkati çabuk dağılan bir okuyucu olarak, anayolda saatlerce gitmek yerine, bir sürü ara yola sapan bu çeşitliliğin, benim gibiler için okumayı daha renkli kıldığı bir gerçek. Bu sayede hem hiç duymadığım sanatçılar ve eserleri hakkında yeni bir şeyler öğrendim, hem de bildiklerime eklenen ayrıntılardan çok keyif aldım. Kitaptaki “Gereksiz Bilgi Var Mıdır” adlı deneme sayesinde mesela, Goethe’nin kırk yaşına kadar sevişmediğini, ayrıca eserlerine hayranlık duyduğum heykeltıraş Giacometti’nin bir yangında Rembrand’ın bir tablosu ile bir kedi yavrusu arasında kalırsa, kediyi kurtaracağını söylemiş olduğunu öğrendim. Birinci bilgi değil ama ikincisini öğrenmek beni mutlu etti. Giacometti’nin, hani o kırılacak kadar incelen, hüznü duruşundan sızan köpek heykelini sadece acıma duygusuyla değil, değer verdiği bir canlıya sevgiyle bakarak yaptığını düşünmek hoşuma gitti. Ve bu bilgiyi katlayıp, zihnimin raflarında başkaları için ıvır zıvır, benim için hazine sayılan şeylerin arasına koydum.
Bütün denemeler yüzümüzde aynı gülümsemeyi yaratmıyor maalesef. “ Karanlığın Yüreğine Yolculuk” onlardan biri. Memet Baydur, bu yazıda, Daniel Jonah Goldhagen’ın – bildiğim kadarıyla Türkçeye hala çevrilmemiş olan- ‘Hitler’in Gönüllü Cellâtları’ kitabından söz ediyor. Kitap Yahudi soykırımı karşısında Alman halkının tutumunu inceleyen bir yapıt. Orada Goldhagen’ın çok can acıtıcı bir soru sorduğunu söylüyor Baydur. Soru şu: “Eli kanlı düzenlerde, suçsuz ve korumasız insanları maaşlı katillerin eline teslim eden düzenlerde, dört ya da beş yılda bir seçim yapılıyorsa ve halkın önünde oy vereceği birçok siyasi parti varsa ve halk, seçimini sürekli bu katiller için kullanıyorsa… Suçlu kimdir? Hitler mi Alman halkı mı?”
Cevabı düşünürken, birçok toplumun, farklı zaman dilimlerinde benzer şartları nasıl oluşturuverdiğini düşünüyor insan. Değindiği yerler ve sorduğu soruların zamansızlığı yüzünden belki denemelerin konusu hala güncel görünüyor. Kahramanları ise bazen Oğuz Atay, Nazım Hikmet, Nurullah Ataç, Sait Faik, Onat Kutlar, Orhan Pamuk ,Yaşar Kemal, Çehov, John Berger, julian Barnes, Ara Güler,Nabakov, Edip Cansever, Duke Ellington, Umberto Eco, Louis Malle , François Truffaut, Lefter, Dario Fo, Beckett, Tuna Ötenel, Ahmet Hamdi Tanpınar, bazen de adını hiç duymadığımız sıradan insanlar olabiliyor. Aynı şekilde yazının kaleme alındığı günlerde ölen, şiddete uğrayan birisi de kitabın ya da bir caz albümünün anlatıldığı satırların arasında karşımıza çıkabiliyor. En çok buralarda, çok acı bir şekilde, aradan geçen bunca zamana rağmen, kötülüğün ten rengi gibi değişmez bir şeye dönüştüğünü, hatta gittikçe hastalıklı rengimizin arttığını görüp yazarın hüznüne ortak oluyor insan. Sonra da “umudum kalacağına emeğim kalsın” diyen bu güzel kalemin işaret ettiği sanata ya da yaşama dair bir güzellikle tekrar dağılıyor keder.
Kitabın adı başka bir yazarın İtalo Calvino’nun “Uccello’nun Kuşları” adlı denemesinden geliyor. Memet Baydur Calvino’nun “Uccelo’nun resimlerinde kuş filan görmeyiz. Görme umuduyla bakarız, ama ne gökyüzünde ne de ağaç dallarında uçuşan tüylü yaratıklar görünmez. Nedendir?” diye sorduktan sonra, “Askerler, ordular ürkütmüştür kuşları. Uccello’nun kuşları vardır, ama resmin dışına kaçmışlardır! Oklar, mızraklar, topuzlar, balyozlar, borazanlar ortalıktan çekilip gidene dek tablonun kıyısında, hemen yanı başında, ama görüş alanımızın dışında bir yerde saklanıyordur kuşlar: Resmin içine girmedikleri için resmedilmediklerini düşünmeyiz bu kuşların,” diye cevapladığını söylüyor. Sonra da kendisi “İşi gücü bırakıp bugün de kuş olmanın onuru üstüne düşünmeye başladım. Uccello’nun kuşları gibi,” diyerek bitiriyor denemesini.( Ek bilgi olarak Paolo Ucello 1397-1475 yılları arasında yaşamış İtalyan bir ressam. Kuşları çok sevmesiyle tanınıyor.)
Kendini “Hiçbir zaman iyimser olmadım ben. 12 Mart’ta on dokuz- yirmi yaşındaydım.12 Eylül’de otuz yaşında. İyimser olmak için pek neden yoktu. Sonra biliyorsun bu ‘globalleşme’ çıktı, herkes rahatladı. Benim kötümserliğim arttı yalnızca. Şimdi 1995 yılında solcu bir oyun yazarı olarak, kendime, yapay ya da dikey aydın dostlarıma, bizlere düşman olanlara yıllar öncesinin şaşkın gözleriyle bakmaya devam ediyorum. Belki derim kalınlaştı biraz ama… Bu durum da kötümserliğimi arttırıyor,” diye tarif eden bir yazarın elinden çıkma bir kitap Uccello’nun Kuşları. Çok çabuk ve keyifli bir okumayla ama geride öğrenilecek yeni konular, araştırılacak bir sürü yazar, okunacak yeni kitaplar bırakarak bitiyor. Bulduğunuzda kaçırmayın derim.
COMMENTS